Bugünlerde Pek Moda; Naylon Poşeti, Naylon Poşete Sokma…
DALLAS dizisiyle bir kez daha “taze doz Amerikan aşısı” almaya başladığımız günlerde (ki ilk doz 50’lilerde verildi “Marshall Yardımı” adı altında, ama pek tutmamıştı henüz o günlerde…Ne de olsa Atatürk İlke ve Devrimleri’ne saldırılamıyordu bu günlerde olduğu gibi hayasızca ve de cüretkarca…) ki 80’lerin başlarında; Haydar DÜMEN’in kitapları bile kapkara naylon poşetlere sokulup, satılırdı… Ve erkek dergileri de… O günlerden bugünlere köprülerin altından çok sular aktı, yapılan Amerikan aşısı da pek çok kişide tuttu… 5 yaş altı çocukların kendilerini çizgi filmlerdeki kahramanlarla özdeşleştirmesi gibi, aşısı tutanlar kendilerini Amerikan bezi, ay pardon dilim sürçtü ortalama Amerikan kadını, erkeği ya da eşeyseli sanmaya başladılar…Onlarda ne modaysa, ne markaysa, tüketim toplumunun en yeni ne sürümü varsa pazarda; düşünce, söylem, eylem anlamında anında sürülmekte ülkemizde de tedavüle… İşte bu taklitçi zihniyetin (ki kulakları çınlasın ERBAKAN’ın) özenç ve öncülüğü sonucunda; bir zamanlar erotik dergileri, kitapları gizleyen kara naylon torbalara bugünlerde savaş açıldı ülkemizde…Gerçi yalnızca kara olanlara değil; renkliler de, beyazlar da zararlı ama en zararlısı kara, kapkara naylon torbalar (torbaları yok ederken bile ırkçılık yapılıyor; öncelik karalarda, sonra diğer renklilerde ve en sonrasında beyazlarda)…Torbalar üzerinden ırkçılık göndermesi bir yana bugünlerde herkesin dilinde “naylon poşet kullanmayalım” söylemli kampanya… Bir bakıma şimdilerde moda; naylon poşeti, poşete sokmak, onu saklamak, ortadan kaldırmak, son kertede ve de anlaşılır sözlerle naylon poşet kullanımından uzak durmak…
Oysa…
Oysa 80 sonrasında değişen sosyo-ekonomik ve dolayısıyla sosyo-kültürel yapımız bağlamında Türk halkı Dolar ($) yeşiline tutkun olduğundan beri, dallardaki yeşilleri umursamaz oldu. Giderek cennet yörelerimiz cehenneme dönüşmeye başladı. Çünkü tüm Dünyalılar gibi Türk halkı da 21. yüzyılın acımasız kapitalizm savaşlarına katılabilmek, bir başka deyişle ekonomik bakımdan varsıllaşmak uğruna, ekolojik bakımdan yoksullaşmamıza duyarsızlaştı.
Belki o günleri yaşayanlar anımsayacaklardır. Henüz 1972’de Stockholm Konferansı toplanmamış, Dünya’nın sömürgenleri sömürülenlere ÇEVREYE ÖZEN GÖSTERİN öğütlerine başlamamışlardı. İşte o günlerde kenevir ipinden filelerimiz ya da SÜMERBANK basmasından pazar torbalarımız vardı. Bunların içinde sebzeler, meyveler kese kağıtlarıyla evlerimize taşınırdı.
O günlerin yaşlı dedeleri, nineleri boş zamanlarını değerlendirebilmek, öğrenciler okul harcamalarına katkı sağlamak için eski gazete ve dergilerden kese kağıtları üretirlerdi. Çünkü biz Anadolu halkı, henüz çevre sorunlarının anlamını bilmeden, ama çevre sorunlarına da neden olmadan yaşar giderdik.
Sonraları daha çok üretebilmek için daha çok tüketmemiz gerektiğini ve alışverişlerimizde naylon poşet kullanmanın uygarlık olduğunu sanmaya başladık. Böylece kese kağıdı kullanma alışkanlığımız giderek unutuldu. Öylesine ki naylon poşet kullanımı ülkemizde bir gelişme gibi algılanmaya başladı. Günümüzde teknolojik gelişmelerin satın alınmasıyla çağ atlanıldığının sanılması gibi ( Toprağı bol olsun Turgut ÖZAL’ın yönlendirmeleriyle)… Oysa bizleri naylon poşete bulaştıran başta ABD olmak üzere, gelişmiş ülkeler en az 15 yıldır kese kağıdı kullanmaya, naylon ambalajlardan uzaklaşmaya özen göstermektedirler, bizde “moda” yeni başlamış olsa da… Gerçekteyse; Dünya’da yaşanan çevre bozulmasının birincil sorumlusu olan bu sömürgenler, bu davranışlarıyla çevreye duyarlılıklarını bir gösteriye dönüştürmektedirler. Atık kağıtlardan yeniden değerlendirme yöntemiyle ürettikleri kağıtlara basılmış kitapçıklarla, az gelişmişlerde çevre bilinci yaratılmasına ilişkin örneklemeler sunmaktadırlar. Bu eylemlerini sürdürürken; Afrika’nın ardından, Brezilya’nın yağmur ormanlarına acımasız kapitalizmin baltalarını sokmaktan da geri durmamaktadırlar.
Bugün bizler bu çok gelişmişlerin tüketim toplumu örneğine özençle dolu dizgin koşarken ve bu arada neler yitirdiğimizin de yavaş, yavaş ayırdına varırken, bir kez daha düşünmeliyiz. Atalarımızın da dediği gibi; tarlada pirinç ararken, evdeki bulgurdan olmamak için bir kez daha üstelik de derinlemesine düşünmeliyiz. Kese kağıdı kullanma alışkanlığından, naylon poşete geçmenin uygarlık göstergesi mi, yoksa yoksulluğa doğru atılan bir adım mı olduğunun sorgulamasını yapmalıyız. Çünkü ne kentlerimiz (ki benim için BURSA), ne de ülkemiz (ki ulusumuz için TÜRKİYE), ne de gezegenimiz (ki tüm insanlar için DÜNYA) sanayileşmeyle başlayan çevre bozulmalarına karşın bütünüyle yitirilmiş değildir. Henüz yaşanılası özelliklerini ve güzelliklerini korumaktadır. Ne var ki bu durumun sürekliliği için tüm Dünyalılar olarak dayanışma içinde ve çok özenli olmalıyız.
Unutulmamalıdır ki her tür canlı için ölüm gerçeğinin var olduğu bu yaşamda insanlar için yeniden yaratma-yaratılma ancak kurgu-bilimsel bir düştür. Bugün bizler için Dünyamız’ın yaşanılası özelliklerini korumak daha önemlidir. Elimizden kayıp giden yaşamımızla birlikte, yaşadığımız alanların da yok olması, geleceğe yönelik kaygılarımızı arttırmaktadır. Daha çok üretim amaçlı tüketim, doğal kaynakların giderek azalmasına neden olur. Bu da doğal dengelerin bozulması sonucunu doğurur. Nasıl ki yaşamak için bir tek şansımız varsa, bu şansımızı kullanabileceğimiz bir tek Dünyamız var. Değerini bilelim ve Dünyamız’a sorun yaratmaktan artık geri dönelim.
Son söz olarak:
Kuşkusuz naylon poşet kullanmayalım ama, yer altı ve yerüstü özkaynaklarımızın; bize çok bilmişçe öğütler verirken, doğamızı yok etmekten de geri durmayan aç gözlü sömürgenlerin eline geçmesini engellemek için her şeyden önce siyasal egemenlerimizce düşünce gücümüze örtülen naylon poşetleri yırtıp, atalım… Çünkü o naylon poşetler çok daha tehlikeli, çok daha zararlı, çok daha zehirli…
Selma ERDAL; Bursa