Ben Olsaydım…
Ülkemizde yurtdaşlarımızın ya ”keşke”leri vardır ya da “ben olsaydım”ları…
Ki onlar; genelde ne siyasete ne de sivil toplum örgütlerine katılmayan, ama sürekli siyasal kararlardan, olgulardan, oluşumlardan, olaylardan yakınan sessiz /sesini yükseltmeyen çoğunluk olup, sürekli fısıldaşırlar kendi aralarında “keşke” ya da “ben olsaydım” diye başlayan tümcelerle, akıp giden düzenden…
Ve nedense bu fısıldaşmalar çoğalıp da sese, başkaldırıya ve de tepki oylarına dönüşmez, dolayısıyla düzen de hiç değişmez…
Bu fısıldaşan çoğunluğun sessizliğinde çığlıklarımız yitip gitmesin diye, ülkesi-ulusu için kaygılı, demokrasiden yana saygılı yurtdaşlar olarak kimilerimiz de yazarız, söyleriz ve ne yazık ki kendimiz yazar/söyler, kendimiz okur/dinleriz… Bu nedenle bizlerin de bir başkalığı kalmaz, fısıldaşan sessiz çoğunluktan, düzenin çarklarında bizleri un ufak edenler için… İşte bundan dolayı benim de “ben olsaydım”lı tümceler kurasım gelir dönem, dönem; kahvehanelerde, meyhanelerde, komşu gezmelerinde ya da entelektüel buluşmalarda dilleri çözülenlerin kurduğu gibi… Ve özellikle de küresel sömürgenlerin, kan emicilerin oynadığı sanal kumarın, biz sömürülenlere, kanı emilenlere “küresel ekonomik kriz” diye yansıtıldığı ve bu yansımanın da pek çok toplumsal depreme gebe olduğu şu endişeli, şu güvensiz günlerde yine kurasım geldi “ben olsaydım”lı tümcelerden…
BEN OLSAYDIM bu ülkenin yöneticisi ve karar vericisi; üretim girdilerinin yüksekliğinden yakınan, dolayısıyla bu ülkede üretmekten sakınan ve de III.Dünya Ülkeleri’nin topraklarına taşınan kuruluşların, boşalttığı sanayi kuruluşlarının, fabrikalarının yapılarını, kentimizde üretilen “üretim makinaları” ile donatıp, kapı önüne bırakılan emekçileri/işçileri yeniden işe alıp, ülkenin olanakları çerçevesinde başlardım üretime dokumacılıktan, “Devrim otomobili”nin benzeri arabacılığa değin…
Ve bu ülkenin olanaklarıyla semiren, semirdikçe şımaran, şımardıkça daha da doyumsuzlaşan, artı değer karından azaldı diye neredeyse azan ve de düzen bozan /oyun bozan, göç yollarına düşen… İşte onları var ya, onları birer, birer ülkenin nüfusundan düşüp, ülkenin olanaklarıyla edindikleri taşınır/taşınmaz varlıklarının karşısında yazan adlarını da silip, “ya sev, ya terk et” yalnızca dağdaki teröriste denmez, artı değer karını ülkesinden, ulusundan çok sevenler de bu ülkeye dönmez/dönemez diye bir de buyruk verip, “ille de sanayileşme, bundadır gelişme” diyerek ovamızı, ormanımızı, otlağımızı talan edenlerden topraklarımızı kirletip de kaçmalarının bedelini de alıp (bunun açık anlamı “tazminat istiyorum” demektir), koyardım kapıya “ kar marjından ödün verdiler diye, Türk ekonomisini öldürenleri”…
Ve daha önceleri, nasıl ki, kendi yağıyla kavrulan bu ülkeye, bu ulusa yeniden “Yerli malı, yurdun malı… Her Türk onu kullanmalı” ilkesini benimsetip (belletmekle olmaz, özümsetmek, benimsetmek, bilinçlendirmek gerek) ve de “zararın neresinden dönülürse kardır” dedirtip yer altı ve yerüstü kaynaklarımızı yalnızca ulusumuzun çıkarları doğrultusunda değerlendirip, ekonomik bağımsızlığıyla birlikte, ulusal bağımsızlığını yitirme aşamasına gelmiş ülkemizi yeniden diriltip, gönence ulaşmalarını sağlardım ve mutlu ederdim yurtdaşlarımı BEN OLSAYDIM…
Selma Erdal/Bursa